27 Ekim 2010 Çarşamba

Veeeeee sonunda!

Sonunda 25 Ekim 2010 tarihinde canım oğlumun da dişi çıktı. Ne yalan söyleyeyim dişler kaşındıkça kaşınıyor ama dişin ucu bir türlü gözükmüyordu. Ay çok beyazladı, bugün yarın çıkar desem de bu işten ümidimi kesmiştim. Ama oğlum sürprizini yaptı minik dişin ucu gözüktü...

Şimdi efendim sıfır kilometre dişlerimizle neler yapıyoruz?

1- İlk başta güç denemesi yapıyoruz. Bunun için ihtiyacımız olan anne-baba parmağı, 2 adet yeni çıkmış ve keskin minik dişler, melek masumiyeti ve sevimliliği...İşte bu kadar. İlk önce en sevimli yüzümüzle anne veya babaya yaklaşıyoruz, ki bu durumda kendileri kurban oluyorlar. Sonrasında parmak inceleme havasında anne-baba parmağı ağıza alınıyor, ısırılıyor ve kurban çığlık atana kadar bekleniyor. Çığlık duyulduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi ısırmaya devam ediliyor. Bu sefer acı içindeki anne-baba en sevimli tavrını takınıyor, küçük meleği güldürüyor ve parmağını kurtarıyor.

2- Kemirme denemeleri yapılıyor. Favorimiz simit! Çocuklarım Türk olduklarını hemen ispatladılar. Ne de olsa simit, kuru fasulye-pilav, baklava milli yiyeceklerimiz! Bunları sevmeyenlerin soy ağacını iyice kontrol etmeleri gerekir :) Biz de içgüdülerimizin çağrısına ses vererek susamlarını çıkardığımız simitleri kemiriyoruz. Simitle süper diş kaşınıyor.

3- Herşeyi ısırıyoruz. Oyuncaklar, kendi ellerimiz ve ayaklarımız, kardeşimizin el ve ayakları, dişlik vs. Kısacası kapsama alanımızda her ne varsa :)

Birazdan köpeğin kuyruğu ısırılacak!

Kızımın çok seçkin bir ağız tadı vardır. Geyik etine bayılır! Buradaki mağdurumuz Ikea'dan aldığımız turuncu geyik...




El yetmediğinde ayak da ısırılır!


19 Ekim 2010 Salı

Araç koltuğu mu dediniz? O da ne ki?

"Araç koltuğu mu dediniz? O da ne ki? Haaaa o mu? Amaaaan boşverin. Bizim çocukluğumuzda araç koltuğu mu vardı sanki? Doluşurduk arabaya giderdik. Hiçbir şey de olmazdı."  Bu cümleler birçoğunuza hiç yabancı gelmemiştir. Maalesef ülkemizde araç koltuğu kullanımı zorunlu olsa da, dergilerde gazetelerde boy boy bilgilendirici yazılar yazılsa da araç koltuğu kullanımı hiç de yaygın değil. Bırakın Anadolu'yu İstanbul'da bile trafikte giderken yanınızdaki araca baktığınızda çoğu zaman kucakta taşınan minicik masumları görmek o kadar kanıksanmış durumdaki! Aileler gayet mutlu şekilde içinde oldukları tehlikenin farkında olmadan ve yavrularını nasıl risk altında  bulundurduklarını bilmeden güle oynaya yollarda vızır vızır dolaşıyorlar. Hele bir de piknikten gliniyorsa değmeyin keyiflerine! Halbuki hayatta bu tarz hataları yalnızca bir kere yapmanız mümkün. Maalesef herşeyi düzeltebileceğiniz ikinci bir şansınız olmuyor, çünkü bahsettiğimiz şey çocuklarımızın güvenliği ve hayatı...

Deniliyor ki; "Dünya Sağlık Örgütü'nün yaptığı araştırmaya göre Türkiye trafik kazalarında en çok çocuk ölümlerinin gerçekleştiği ülkeler arasında 5. sırada. Araçlarda çocuk koltuğunu zorunlu tutan AB ülkelerinde kazalarda çocuk ölümleri % 2 oranında iken ülkemizde % 40 civarında. 0-9 yaş aralığındaki çocukların % 46'sı çocuk koltuğu kullanılmadığı için trafik kazalarında yaşamını yitiriyor. Hazırlanan yasaya göre 150 cm'den kısa ve 36 kg. ağırlığından az olan her çocuğun araç koltuğunda oturması zorunlu tutuluyor" Görüldüğü gibi rakamlar çok çarpıcı ve yasaya göre yolculuk esnasında araç koltuğu kullanmamak yasak. Peki yasak oluyor da ne oluyor? Tabi ki hiçbir şey!

Ancak beterin beteri de vardır değil mi? Aynı yandaki fotoğraftaki gibi. Motorsikletin üzerine konulmuş heybelerin içinde iki minik keyifle seyahat ediyor. Oooh püfür püfür! Manzara mükemmel! Rüzgarı yüzlerinde hissederek özgürlüğün tadını çıkarıyorlar... AB'ye uyum yasalarını çıkardığımız iyi oluyor. Seneye, bilemedin on seneye o da olmadı 20 seneye kesin AB'ye giriyoruz. Hayırlı uğurlu olsun!

Ah şu dişler!

Bildiğiniz gibi minik kızımın artık kocaman iki tane dişi var. Ezgi bu dönemi çok rahat atlattı. Korkulan olmadı, ateşimiz çıkmadı, mızmız olmadık. Hatta içimden "Şu diş olayını da amma abartıyorlarmış" diyordum ki; Atakan'ın diş sıkıntılarıyla yüzyüze geldim :)
Minik oğlumun dün yüzünden düşen bin parçaydı. Devamlı bir söylenmedir gitti. Bu o kadar devam etmiş ki, akşam olduğunda ben de, bakıcı teyzemiz de artık tükenmiş durumdaydık. Sanmayın ki tüm gün çok iş yaptık. Günümüz her zamanki gibi geçti ama canımın söylenmesi ve ona çok yardım edememek yormuştu bizi. Soğuk dişlikler, ilacımız şimdilik oğlumu biraz da olsa sakinleştiriyor. Neyse yarın öbür gün dişimiz çıkar diye tahmin ediyoruz. Ondan sonra oğlum yeniden eski neşesine dönecektir...

1 Ekim 2010 Cuma

İlk dişimiz göründü!

Artık benim kızım kocaaaammmaaaan oldu! Çok zamandır eline ne geçse kemiriyordu. Sonunda uğraştı uğraştı ve takvimler 28 Eylül 2010 tarihini gösterdiği gün o minicik dişin ucu göründü. Ama bakmayın öyle minicik bir çıkıntı olduğuna, ağzına el sokmak cesaret ister :) Benim tatlı kızım dişini çok şükür sıkıntısız çıkarıyor. Ateşimiz, huysuzluğumuz yok ve uyku düzeninde değişiklik olmadı. Bir ara evde Saint Bernard besler gibi salya miktarında artış oldu o kadarcık... Atakan'cığımın da dişetleri beyazladı. Yakında onun da diş müjdesini veririm inşallah...

Şimdi efendim bugünden tezi yok diş bakımına başlıyoruz. Sabah akşam o minik çıkıntıyı ve diş etlerimizi fırçalayacağız. Zaten daha ikizler doğmadan evvel ilk diş fırçalarını almıştım. Gün o gün, artık kullanacağız :)

Yalnız öyle diş fırçası diyip geçmeyin, bu zamanda yaşadığınıza ve Çinli olmadığınıza şükredin. Ben şahsen şükrediyorum. Neden mi? İlk diş fırçası, daha birçok şeyin mucidi olan Mısırlılar tarafından icat edilmiş. Aslında bu bir nevi çiğneme sopasıymış. Kalem şeklinde bir dal, ipliksi duruma gelecek şekilde sürtülürmüş. sonra da dişler fırçalanırmış. Bu dal parçası bugünlerde diş macunlarının da içinde bulunan misvak aslında. Yok illa ki kaynağından misvak alacağım diyorsanız, bir süpermarket yerine Mısır Çarşısı'na gidip bu sopalardan edinebilirsiniz.
Mısırlılar yine aklı selim ve makul insanlarmış. Diş fırçası sektörüne Çinliler girince işin rengi değişmiş. Girişimci Çinliler 1498'de domuzların boyunlarının arkalarından koparılmış kılları bambu ya da kemikten saplara bağlayarak diş fırçası üretmeye başlamışlar. O zamanlar ağız temizliği için sert kuş tüyü kullanan Avrupalılara sözkonusu diş fırçaları hemen pazarlamışlar. Ancak domuz kılları çok sert olduğu için nazik Avrupalıların dişetleri acımış. Bunun üzerine herhalde beyaz önlüklü İsviçreli bilim adamları olsa gerek hemen sistemi geliştirip, domuz kılı yerine at kılı kullanmışlar. Böylelikle düğün, nişan, doğum gibi özel günlerde dişlerini fırçalayan zamane Avrupalıları at kılından yapılan diş fırçalarıyla daha hijyenik ağızlara sahip olmışlar. Ta ki 1938'de ilk naylon kıllı diş fırçası icat edilene kadar... Aslında pratikte milattan önce 3000 yıllarından kalan Mısır mezarlarında bulunan sopalarla, günümüzün naylon sopaları arasında pek bir fark yok. İnsanlık 5000 yılda diş fırçası bağlamında çok da bir gelişme kaydedememiş. Sanırım bu yüzden de üreticiler çok birşey yaptıklarını göstermek için yok dil temizleyen, yok 360 derece temizleyen, düğmesine basınca fırıldak gibi dönen, dişleri temizlerken dişetlerini de ihmal etmeyen modeller üretiyor. sayın İsviçreli bilim adamları! Yıllardır çalışıyorsunuz, televizyon reklamlarında boy gösteriyorsunuz! Bu mudur gelişme efendim?

Not: Resim yok, çünkü yükleyemiyorum. Bugün de böyle olsun bakalım :)