31 Ağustos 2010 Salı

Oyun oynuyoruz!

İkizlerle yaşamda, yazı yazmak meğer zormuş :) Bu yüzden bugün bol bol resim paylaşacağım sizlerle. Konumuz ise; oyun! İnsan çocuk olur da oyunu sevmez mi? Tabi ki sever. Hele hele artık bilinçli şekilde oyun oynadıklarını görünce daha da hoşumuza gidiyor.

Oyun oynamanın bebek ve çocukların gelişimi için çok önemli olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de bebeklerimle hergün oyun oynuyorum. Aynı zamanda yeni şeyler öğretirken de oyunu kullanıyorum. Mesela bebeklerin dönmesini cesaretlendirmek için sevdikleri oyuncağı yanlarına koyuyorum ve uzanmalarına yardım ediyorum.

Okuduğum yayınlara göre oyun oynamak, araştırma, objeleri tanıma ve problemleri çözme imkanı sağlayarak dil ve zeka gelişimini destekliyor. Oyun oynarken bebekler nitelik ve nicelik kavramlarını öğreniyorlar. Yani şekilleri, renklerini, sayılarını, büyüklüklerini, mesafeyi... Üstelik yapılan araştırmalar çocukların oyunları ile zihinsel ve dil gelişimleri arasında paralellik bulunduğunu göstermekte. Hepsinden de önemlisi bebekler oyun oynarken çok eğleniyorlar!

Şuncacık çocukla ne oyunu oynuyorsun derseniz; her ay bebeklerimin gelişimi destekleyici oyunları araştırıyorum. Ayrıca IPC (Istanbul Parenting Class) den de her ay, aylık gelişimlerini destekleyici oyunlarımız geliyor. İnanın miniklerle oynanacak o kadar çok oyun var ki! Üstelik oyun oynamak için pahalı oyuncaklara da ihtiyacınız yok. Evdeki birçok malzeme süper oyuncak olabiliyor. Farklı kumaş parçaları, kağıtlara çizdiğiniz şekiller, plastik renkli bardaklar, küçük bir ayna vs. Hatta zamanınız varsa kendi oyuncaklarınızı kendiniz de yapabilirsiniz. Maalesef benim öyle bir lüksüm yok şu aralar. Ben çoğunlukla Ikea'dan yardım alıyorum :) Ikea'nın oyuncakları bebek ve çocuk gelişimi için çok sağlıklı ve doğru oyuncaklar. Bakın bizim minikler nasıl oyun oynuyorlar;



En sevdiğimiz oyuncak "Hippo"
Sabahları babamızla oynamaya bayılıyoruz
Hey oradaki! Çık dışarı!
Resimli kitaplarımıza bayılıyoruz
Atakan üç aylıkken aşık olduğu ilk kız arkadaşı
Ezgi'nin favorisi bu baykuş. Sürekli sohbet halindeyiz :)
Sevimli "Hippo". Her yere gittiği için biraz yıprandı ama olsun...

24 Ağustos 2010 Salı

Alkım

Alkım gökkuşağı demek. İkizlerime hamileyken bir ara kızımın ismini Alkım olarak düşünmüştük. Sonradan farkettik ki, Alkım erkek ismiymiş. Sonradan yine farkettik ki aslında kızlara da Alkım denebiliyormuş yani unisex dediğimiz isimlerden birisiymiş. İş böyle olunca kullanmaktan vazgeçtik çünkü ileride iş hayatında zorluk çekebileceğini düşündük. Günümüzde işlerimizi telefon ve maillerle hallettiğimiz için kızım hep "İyi günler, Alkım Bey'le görüşebilir miyim?" ifadesine maruz kalmasın dedik.

Halbuki gökkuşağını çok severim ben! Ne de olsa yağmurdan sonra çıkagelen rengarenk bir sürprizdir.Çok kısa sürer ve eğer şanslıysan yakalarsın. Zaten kısa sürmesinin ve şanslı olmanın da bir sebebi var; Yunan mitolojisine göre Thaumas ve Elektra'nın kızı İris tanrıların habercisiymiş.Gökyüzü ile yeryüzü arasında köprü oluşturur, ne zaman tanrılardan insanlara müjdeli bir haber olsa, güzel kız İris, rengarenk süslü elbisesini giyer ve dünyaya inermiş. İşte bu yüzden İris'in sembolü gökkuşağıymış ve insanların müjdeli bir haber alacaklarının habercisiymiş. İris'in Latince anlamı "cennetin gözü" demekmiş ve gözün rengini veren tabakaya, gökkuşağında oluşan renkler cümbüşü ile farklı renklerde oluşan göz renkleri ile kurulan benzerlikten dolayı iris tabakası adı verilmiş. Ve yine bu yüzdendir ki, eski Yunan mitolojisinde "Hepimiz cennetten bir parça taşıyoruz" anlamına gelirmiş.
İris'in bir başka görevi ise Zeus'a altın bir çanakta kutsal su bulundurmakmış. Kutsal olan değerlidir mantığıyla olsa gerek zamanla gökkuşağının ucunda bir küp altın olduğuna yönelik efsaneler oluşmuş.

Gökkuşağının hangi ucunda bu küp diye sormayın, çalışmalarım hala devam ediyor:) Şimdi gelelim benim gökkuşağıma... Haftasonunda nihayet İstanbul boğucu nemden kurtulup birazcık serinledi ve yağmur yağdı. Yağmurdan sonra ise işte bu güzel gökkuşağı oluştu. Fotoğraf makinemin elverdiği derecede ben de fotoğrafını çektim. Resimde de görüldüğü gibi gökkuşağının bir ucu yüksek gerilim hattı direğinin hemen üzerinde. Buradan yola çıkarak diyorum ki; enerji sektöründe para var arkadaşlar...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Meleklerimin artık kanatları var :)

Anneannemize geçmiş olsun!

Dün anneannemize geçmiş olsun demek için hastaneye gittik. Anneannemiz artık biyonik oldu, torunlarının peşinden rahatça koşabilmek için tepeden tırnağa yenilendi. Yalnızca artık alışveriş merkezlerinin güvenlik kontrolünden geçerken dıt dıt dıt diye uyarı verecek :) Ne mi oldu? Annem, ağabeyimle beni büyütürken geliştirdiği inci gibi sıra sıra bel fıtıklarından ve boyun fıtığından kurtuldu. Aslına bakarsanız yaklaşık bir buçuk yıl önce kurtulmuştu. Ancak bugünlerde tesadüf eseri iki çivinin yanlış yerden geçirildiğini öğrendiğimiz için yine hastane yolları gözüktü bizlere. Neyse ki şu anda anneannemiz gayet iyi. Ufak bir enfeksiyon problemi var. Ehh o da dün ikizlerin verdiği moralle şııııııp diye geçecek inşallah!

Anneanne biz yakında emeklemeye başlarız ona göre! Peşimizden koşmak için enerjini topla, biz geliyoruz!!!

17 Ağustos 2010 Salı

Ağır misafirler tatilde

Babaannemizin doğumgünü münasebetiyle gözümüzü kararttık, güvendik kendimize ve düştük Marmara Ereğlisi yollarına. Ezgi ve Atakan ilk defa evlerinden başka bir yerde kalacaklardı. Bu yüzden babamızla merak ediyorduk bu kısa tatilimiz nasıl geçecek, bizimkiler huysuzluk yapcaklar mı diye. Tamam yollara düştük de ne zormuş o kapıdan çıkabilmek. Bizim eşyalarımızı toparlamak beş dakika sürdü ve minicik bir spor çantasına sığdık. Sığmak zorundaydık çünkü zaten başka yerimiz kalmadı arabamızda :) Eh iki bebek arabası, park yatak, steril aleti, iki günlük ziyaret için bir haftalık kıyafet ve bebek bezi olunca tabi ki "Cevat Kelle" misali elimiz kolumuz doldu.
Yol gayet sakin geçti. Bizimkiler zaten arabaya bayılıyorlar daha doğrusu arabada bayılıyorlar. Yola çıkışımızın ikinci dakikasında sesleri kesiliyor. Yalnızca kırmızı ışıkta durduğumuz zamanlar hemen arkadan bir  "Höheaaa" gibi bir sesle "Hadi durmayın, gidelim" uyarısı geliyor. Trafik canavarı olmak için ağır tahrik altındayız ama bunu polise nasıl anlatırız bilemem "Memur Bey vallahi ikizler huysuzluk ediyor kırmızı ışıkta, biz masumuz" cümlesini yerler mi bilmem.

Neyse efendim az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, sonunda yazlığa ulaştık. Aman efendim o ne karşılama töreni, ne sevinç! Babaannemizle dedemiz yollarda karşıladı bizi. Biz de özlemiştik kendilerini, yüzümüzde kocaman gülümsemelerimizle arabamızı parkettik. Anaaaaaa bize kısa bir hoşgeldinizden sonra, hemen arka koltuktaki bıcırıklar alındı ve öpücükler, şarkılar eşliğinde eve taşındılar. Biz eşyalarımızla öylece kaldık. Yani yılların hükümranlığı sona erdi. Bir devir kapanmış da haberimiz yokmuş. Zaman prensimle prensesimin zamanıymış :))
Neyse ki bizim minikler yüzümüzü kara çıkarmadılar ve gayet keyifli bir haftasonu geçirdik. Ne uyumayacağım ne de yemeyeceğim diye kapris yaptılar. Neşeleri yerindeydi, herkes onlarla ilgilendi. Daha ne istesinler?

Bu kısa tatil şimdi bize cesaret verdi. Kısa zamanda bir tatil macerası daha yaşayacağız. Bayramda yine yollardayız, haberiniz olsun...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Birbirlerine benziyorlar mı?

"Nasıl? Birbirlerine benziyorlar mı? Aynı anda ağlıyorlar değil mi?" Bu sorularla neredeyse hergün karşılaşıyorum. Toplumda ikiz bebek deyince bebeklerin her özelliklerinin aynı olması bekleniyor. Heyhat! Gel gör ki gerçekler öyle değil. İkiz bebekler aslında aynı anda doğmuş olan iki kardeş sadece. Bu yüzden de daha ilk günden itibaren karakterleri birbirinden çok farklı. Mesela Atakan sabırsız bebeğimiz :) Rahatı bozulduğunda hemen şikayete başlar. Şimdilerde bu tepkisini uzun bir "Aguuuuuu" nidasıyla belirtiyor. Olmadı biraz da tükürükle balonlar yapıyor, o da olmazsa "Eee ben sizi uyardım ama" diyerek basıyor yaygarayı. Ezgi ise "Survivor" diye tanımladığımız bebeklerden. Kendi sorununu kendi çözmeye çalışıyor. Deniyor, deniyor en sonunda çözüm bulamazsa yardım istiyor. Bu ilk günlerinde bile aynıydı. Mesela gaz problemi yaşadıkları günlerde Atakan "Çıkarın bu gazı! Bir bağırırım, uçak motorlarının sesi bile vızıltı gelir." diyerek etrafta dolaşırken Ezgi'nin de gazı olmasına rağmen daha sakin davranır, sıkıntısını bakışlarından anlardık. Kısacası ikizler tek yumurta ikizi bile olsalar, ki bizimkiler değil (Bu da ikinci popüler soru "Tek yumurta ikizi mi?") karakterleri ve davranışları tamamen farklılık gösteriyor. Zamanla bu özellikleri de iyice şekillenecek herhalde. Belki Atakan aceleciliğini törpüleyecek, ya da Ezgi belki biraz daha cadı olacak. Kimbilir? Baksanıza benim sakin kızım şimdiden nasıl da yapışmış Atakan'ın yakasına :)

10 Ağustos 2010 Salı

Bir dalda iki kiraz

Bir dalda iki kiraz, biri al biri beyaz... Hayır efendim, ikisi de bembeyaz, pamuk gibiler :) İkiz bebeklerim Ezgi ve Atakan önümüzdeki hafta 5 aylık olacaklar. Zaman o kadar çabuk geçti ki onların hikayelerini anlatmak ve merak edenlerle yaşadıklarımızı paylaşmak için ancak vakit bulabildim. Acemi bir blogger olduğumdan sayfanın düzensizliğini mazur görmenizi rica ederim...
Peki ne oldu da birden blog yazarı olmaya karar verdim? Aslına bakarsanız bunun birkaç sebebi var. Birincisi; bebeklerim hergün büyük bir hızla büyüyorlar. Zaman hızla akıyor şeklinde bir klişe vardır ya, bizde zaman sel gibi akıyor, yetişemiyoruz nefesimiz kesiliyor. Bu yüzden ikizlerimizin maceralarını kayıt altına alalım da sonradan hafızamızı zorlayarak "Ne zaman diş çıkarmışlardı?" diye düşünmeyelim dedim. İleride de çocuklarımız için güzel anılar olur düşüncesiyle... Diğer bir sebep ise "Leyla, ikizler nasıl? Hani fotoğraf gönderecektin göndermedin. Nasıllar? Büyüdüler mi?" sorularına cevaben arkadaş ve akrabalarımız için hazırlamayı düşündüm. Dediğim gibi ikizlerden masallar anlatacağım sizlere. Gökten 3 elma düştü; biri bu masalı yaşatanlara (ikizlerim ve kocam), biri anlatana, biri de dinleyenlere...